PROF.DR ESAT ARSLAN’IN

SELİMİYELİLER ADINA YAPACAĞI KONUŞMA METNİ

SELİMİYE KIŞLASI / İSTANBUL

05 MAYIS 2012

 

Buraya gelme becerisi gösterebilen, etrafını aydınlatmağa ve hiç bitmeyeseciye ışık saçmağa devam eden, her zaman ve daima genç kalan Siz Selimiyeli Yıldızlarımızı ve Muhterem Eşlerini, Çocuklarını Saygı ve sımsıcacık Selimiyeli sevgilerimle selamlıyorum. Okulumuzun açılışının 53.yıldönümünde bir araya geldiğimiz bu günde ebediyete intikal eden 226 Selimiyeli manevi huzurunda saygıyla eğiliyorum. Ruhları Şâd Olsun.

Geçen sene başlatılan bir uygulama ile başarılı olmuş Selimiyeliler adına değerli devre arkadaşım, “93” Prof. Dr. Ahmet İnam’ın konuşmasından sonra “Kutlama Komitesi” tarafından siz Selimiyeli gerçek yıldızlara hitap etme görevinin bana tevdi edilmesi yaşamıma büyük bir renk kattığını özellikle ve öncelikle belirtmek istiyorum. Renk kattınız, coşku verdiniz, Sağ olunuz, var olunuz, sizlerin şahsında “Kutlama Komitesi”ne şükranlarımı arz ediyorum.

Biliyorsunuz, bu sene bizler için çok farklı, benim gibi 1959 yılında ortaokul birinci sınıfa girip, üç yıl sonra 1962 yılında SAO’dan mezun olanların da 50.yıldönümü. Mezuniyetimizden yarım asır sonra burada olmak ne güzel, 1962 yılında SAO’dan mezun olanlarını 50.yılı kutlu olsun.

Şimdi bakışlarınızı, 53 yıl öncesine 1959 yılı yaz ayına getirmek istiyorum. Anımsayacaksınız, “Yazılı Sınav, Mülakat ve Spor Sınavı” Kuleli’de yapılmıştı. Binlerce fakir çiftçi, işçi, alt düzeydeki memur çocukları başvuruda bulunmuştu, sonuçlar mektupla adreslerimize gönderilmişti. Kuşkusuz o zamanlar şimdi ki gibi, rengârenk şortlar nerede çoğu Amerikan bezinden, Singer makinesinde dikilmiş kara donlar ile spor sınavına katılmıştık. Bu arada daha konfeksiyon giyime geçmemiş Türkiye’de Singer makinesinin örtünme devrimini gerçekleştirdiğini de ifade etmek durumundayım. Bence gerçekten Sıtmayla, Veremle, Trahomla Mücadele gibi bir büyük devrimdir, Singer Makinesi Devrimi… Dün gibi anımsıyorum, yapılan koşularda bizleri seyreden askerlerin “Bastır Kara Donlu” diyerek bizleri teşyii ettikleri hala kulaklarımda.

Belleğimde en çok yer eden ikinci yer sağlık kontrolü için gittiğimiz Taksim’deki Gümüşsuyu Askeri Hastanesi. Ne kadar kalabalık idi, ne çok sayıda aday vardı. Sanki bütün çocuklar Gümüşsuyu’nu işgal etmişlerdi. Tüm sağlık taramasının birkaç hafta aldığını hatırlıyorum, her gün belirli sayıda kişinin sağlık kontrolü yapılabiliyor, sonraki haftaya gün veriliyordu, Fındıkzade’de oturuyorduk, sıra almak için güneş doğmadan yollara koyulduğumuzu anımsıyorum. Bu işlemleri tek başıma başaramayacağımdan annem elimden tutup kapı, kapı hastaneyi dolaştırmıştı.

Muayeneleri bitirdikten sonra belleğimde yer eden üçüncü konu ise ailelerimizin 10.000 TL taahhüt altına girdikleri, o günkü dilde “Taahhütname” olan “Yüklence Senetleri”mizdi. Karaköy’de bir Noterde yaptırmıştık. Annem, babam hep birlikte gitmiştik. Ne kadar büyük para idi, durduk yerde ailemi yükümlülük altına sokmuştum. Hâlâ Karaköy vapur iskelesinden, Tünele giderken yüreğim cız eder, Noterin önünden geçerken. Yaptığımız senet hisse senedi mertebesinde değildi, kuşkusuz bir hissi, duygusal senet idi, bizleri Selimiye’ye bağlayan.

1959 sonbaharında on bir yaşında o ana kadar duymadığım tüm yürek titirtilerini bütün bedenimde hissetmiştim. Sıra kayıt kabul işlemlerine gelmişti, adaylık numaralarına göre kayıt kabul işlemleri için tarih ve sıra veriliyordu. Sıcak bir sonbahar gününde Selimiye’nin nizamiye kapısında uzun bir kuyruk hatırlıyorum. Terler içersinde ne çok beklemiştik. Uzun bir bekleyişten sonra işlemler bitti, küçükten büyüğe doğru sıraya geçirmişlerdi, numara vermek için. Dün gibi anımsıyorum, boyum 1.31 idi, Selimiye’de bana verilen numara “157” idi. Artık siz bir numara M.Ali Özcan’un boyunu tahmin edin. 1.20 olma ihtimali kuvvetli bir olasılık, Mustafa Malkoç’a sordum o da 1.20’den az olamaz diye fetva verdi.

Evciydim, “Evci Kâğıdı” çıkarmak için muhtardan “İkamet İlmühaberi” almıştık. Muhtar birazcık babama çıkışmıştı, “Çocuk çok küçük demişti”, ben de dilimin döndüğü kadarıyla “Muhtar Amca ben bayağı büyüğüm asıl sen bir numarayı gör” demiştim. Evcilikin en güzel taraflarından biri Çarşamba akşamları eve izinli çıkılmasıydı. Daha çok geceleri bir bir sayardım, üç gece Selimiye’de yatar, dördüncü gece evde olurdum. Evleri taşrada olanlara da bayağı üzülürdüm. Hafta sonu tatillerini anımsayın, Cumartesi öğle yemeğinden sonra olurdu. Kırık, 10’lu“Beyoğlu Çikolata”’larından birer tane dağıtırlardı. Hâlâ her Beyoğlu’na çıktığımda mutlaka bir tane alırım. Yerken, inanılmaz keyif alırım. İzinsizlik cezası almamışsak Cumartesileri keyifli olurdu, Salacak’tan vapura biner, doğrudan Eminönü’nde inerdik. Oradan “84” numaralı Bussing marka “Topkapı” otobüsüne biner, Fındıkzade’de inerdim. Otobüsler çok kalabalık olur, çok terlediğimi hatırlıyorum. Pazar günleri saat 17.00’de akşam yoklamasında olacağımızdan dönmeyi hiç arzu etmezdim. Açıkça itiraf edeyim, hiç sevmezdim. Vapurla Üsküdar’a gelir, oradan Kadıköy Tramvayına biner, Duvardibi’nde inerdim. Öğrenci bileti 3 kuruştu. Öğrenciler delikli 2,5 kuruş vermeyi severlerdi. Biletçi, biletlerini koyduğu tahta kutusunun kapağını vurarak bir öne bir arkaya giderek, biletsizlere bilet satardı. Kontrolörler olduğu için mutlaka bilet alırdık. Bütün İstanbullular gibi belleğimden hiç silinmeyen “Dan... Dan... Dan... Çekilin yoldan... Geliyor vatman...”tekerlemesi şimdilerde silindi, gitti. Biletçinin bazen vatmanın talimatıyla arkaya takılan çocukları kovalaması da olmaz değildi. Onun için her tramvayın arkasında “Asılmak Tehlikeli ve Yasaktır“ Bıçkın ve bitirimler arasında “Asılma Depoya Gider” lafı bayağı cafcaflı laflardan biriydi. Aslında bedava yolculuk için asılanlara “Asılma Depoya Gider” uyarısında İETT’nin bulduğu ilginç çarelerden biriydi. Bir gün tramvayda bir Amerikalı asker görmüştüm, ona uzaydan gelen “E.T” gibi baktığımı hatırlıyorum. Nedeni açık, Amerikan sütü içiyoruz, kavuniçi renkli peynirlerini, yağlarını ve İkinci Dünya Savaşından kalma 1945 yılı markalı etleri yediğimizi dün gibi anımsıyorum. Bir de orta bahçede, şevkle, heyecanla bezden yapılmış toplarla beysbol oynadığımızı iyi hatırlıyorum. Başka yerde oynanmaz, bizim okulda oynanırdı. Üsküdar-Duvardibi tramvay yolculuğumun bitmesini hiç istemezdim. Duvardibi’nde indikten sonra, arkamı Karacahmet Mezarlığına verir, Selimiye’ye kadar yürüdüğüm yol ise “Son Özgürlük Yolu” olurdu, benim için. Sağda sinema vardı, Belgin Doruk’lu, Ayhan Işık’lı filmler olurdu, en çok da “Gönül Yazar”ın “Taş Bebek” filmini anımsıyorum. Bu yol yıllar sonra gördüğüm, “Yeşil Yol” (Green Mile) filmiyle örtüşür gibi olmuştu, yıllar sonra. Gardiyan Tom Hanks’in yıldızlaştığı, ürkütücü görünümünün aksine oldukça ince ve karmaşık bir iç dünyası ve bazı doğaüstü güçlere sahip olan, iki küçük kızı öldürmekten idama mahkûm olan John Coffey’in yaşam öyküsüne benzer gibiydi, bu yolda hissettiklerim.

“Karacahmet Mezarlığı”nın belleğimdeki yeri farklıdır, 1968 yılında babamı, 1970 yılında da annemi orada toprağa vermiştim. Babamın mezar yerinin tapusunu İngilizce Hocam İhsan Karakuş sayesinde alabilmiştim. O tarihlerde TSK’dan ayrılmış olan Karakuş Hocam, İstanbul Belediyesi Mezarlıklar Müdürü idi. Mezarlıklar Müdürlüğü de Yerebatan Sarayının karşısındaydı. Ne uğraşmıştı, benim için. Kendisini şükranla anıyorum. Ayrıca çağdaş Türk kadının tüm meziyetlerini üzerinde taşıyan ve bizlere güzel Türkçemizi kullanma becerilerini kazandıran Necla Bilensoy öğretmenimize sevgilerden bir demet sunuyorum.

Sizlere, Duvardibi-Selimiye yolunu anımsatmağa çalıştım. Cumhur Utku Kardeşimiz de, TCDD’nın Pazar günleri Adapazarı’ndan Haydarpaşa’ya olan yolculuğunu bizlere hikâye ederse sanırım bir başka duygusal boyutu da hep birlikte yakalayabiliriz ve yaşayabiliriz.

Benim söyleyeceklerim bunlar, sizin hissettiklerinizin hepsi bu dört duvar arasında yaşadığını açıkça itiraf ediyorum. Sözlerime son vermeden önce bir dileğimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Yaklaşık 50 yıl önce kapanan okulumuzu canlandırmak, anılarımızı yaşatmak amacıyla Selimiye Askeri Ortaokulunda okuyanları bir araya getirmek için başta Kutlama Komitesi Başkanı Ercan Ertüreten, Çağdaş ve Aytaç İlk ağabeylerimi, Cenap Duru, Ömer Ürenden ve konuda emeği geçen tüm ağabey ve kardeşlerimi kutluyorum. Gittikçe azalıyoruz, doğanın kanunu bu, gittikçe azalmağa da devam edeceğiz. Bir şeyler yapmalıyız. Bölünmek, parçalanmak gibi bir kısır düşünceden ziyade, bilakis unutulmuş, kapanmış okulların öğrencilerini de bir araya getirmeye çalışmak ve her şeyden önemlisi kurumsallaşmak-vakıflaşmak olmalıdır. Elimizin altında vakıf olarak “SODAV-1967” Vakfı bulunmaktadır. Bu vakfın resmi çatısı altında geçmişten geleceğe taşıyacak tarzda “Bütün Askeri Öğrencileri” bir araya getirilmesi “SAO Kutlama Komitesi”nin görevi olmalıdır. Bu duygu ve düşüncelerle her zaman ve daima genç kalan Siz Selimiyeli Yıldızlarımızı ve Muhterem Eşlerini, Çocuklarını Saygı ve sımsıcacık Selimiyeli sevgilerimle kucaklıyorum. Sağolun, Varolun…

 

                                                                                              Prof.Dr.Esat Arslan 

Selimiye Kışlası / İstanbul

     05 Mayıs 2012